Doğa insanı diğer tüm canlılardan farklı bir biçimde oluşturdu. İnsan, tabiatta yer alan tüm varlıkların arzu gelişimi seviyelerinin bir üst sonucuydu. Bir taş gibi yerinde sabit duramayan, çevresel etkilere teslim olmuş bir bitkisel seviyenin ötesinde, yarın için hesap yapamayan hayvani güdülerin tersine her zaman bir adım daha ötede keşfedeceği gelişim seviyelerinin peşinde ilerleyen müstesna bir arzu ile doğmuştu. Bu arzu bütün medeniyetlerin kuruluş hamuru olduğu kadar bütün felaketlerinde tek tetikleyicisiydi.
İnsanın bu kendi doğasını keşfedişi, çevresindeki tüm gerçeklikten farklı olduğunu adım adım deneyimleyerek, bu gerçeklik içindeki rolüne dair sorular sormaya veya doğanın kendi türü üzerine yaptığı olumlu-olumsuz etkilerin sonucunu yaşayarak gerçekleşmişti.
Tabiat ile uyumlu bir şekilde yaşayan insan zamanla bu doğanın üstünde olabileceğini düşündü. Doğadaki diğer canlıları yönetimi altına almakla beraber onları kendi çıkarları için kullanabileceğini ve bu sayede daha rahat ve güvenli bir yaşam oluşturacağı konusunda kendi kendini ikna etmeyi başarmıştı. Ağaçlardan inip mağaralara, mağaralardan çıkıp köylere, köylerden büyük şehirlere kadar her ilerleyişini doğayı anlaması kadar kendi arzularını farkedişine borçluydu.
İnsanın doğanın kendisini kuşatan tek güç, tek yönetici olduğu gerçeğininden yavaş yavaş uzaklaşıp doğayı kendi iradesi altına alabileceğini hayal etmeye başlamasıda doğa karşısında yaşadığı kişisel ve kitlesel etkileşimler sayesinde oldu. İnsan, doğanın kendisine iyi davrandığı kadar onu iyi tanımlayıp, “kötü” davrandığı kadar da kötücül bir yapıya sahip olduğu sonucuna varıp kendisine karşı kötü davrandığını düşünmeye başlamıştı. Düne kadar bir meyveyi bile şükranla dalından koparıp yiyen insanoğlu binlerce yıl sonra en küçük bir insani değerlendirme dahi yapmadan, kendi türününden olanları büyük bir duyarsızlıkla köleleştirirmeye başlayacaktı.
İşte bu değişim serüveni sürecinde “Mabul” (Nuh Tufanı) önemli bir kilometre taşı oldu. Bu tufan (Tahminen 4000 – 4500 yıl önce bilinen dünyanın bazı bölgelerinde yoğun yağmur yağışlarına dayanan büyük su baskınları) bazı insanlarda şaşkınlık kadar tabiatın merhametli davranışlarına dair insanları şüpheye ve isyana düşürmüştü. Mabul baskınına kadar doğa ile barışık yaşayan insan, kendisine reva görülen bu felaketin iyi bir güç tarafından olamayacağını, yaratıcı olarak bildikleri gücün kendilerine karşı öfkelendiğini düşündüklerinden artık O’nun merhametli olduğu kadar gazap verici olduğuna kanaat getirdi. Daha da ötesi insan artık Doğa’nın karşısında etkili bir özne olabileceğini hayal etmeye başlamıştı.
Aslında doğada meydana gelen bu iklimsel tepkiler sürekliydi. Mabul felaketine benzeyen belkide yüzlerce olay yaşanmıştı ki dünyamızın oluşumuna baktığımızda bu su baskınlarının ne ilki ne de sonuncusuydu. Ama insan hem kişisel hem de toplumsal olarak kendi öz doğasını tarihe “Nuh Tufanı” olarak geçen bu olayda hissetmeye başlamıştı. Kendi iyiliği için olmayan her şey kötücül ve kötü olandan geliyordu. Bir olayın doğadaki dengeyi nasıl sağladığından ziyade sadece yarınki çıkarı için olumlu olup olmadığına bakıyordu. İnsan kendini tanıdığı kadar her daim bir üst biçimini kendi eliyle yaratıyordu.
Bu su baskınlarından sağ kurtulan bazı insanlar Hemda veya Kenan toprakları olarak bilinen bölgede daha fazla durmak istemediler. Kesin bir karar ve öfkeyle kendilerine yeni bir yurt bulmak ve orada yeni bir medeniyet kurmak için doğuya doğru göçtüler.
Her büyük kitlesel felaket sonrası tek bir endişe ve tek bir amaç önünde başarıya dair kuşku duymadan birleşmeyi bilmişlerdi. Anlatıldığı gibi lisanları bir, ulusları bir, amaçları birdi. Türünü daha iyi koşullarda devam ettirmek isteyen her canlı gibi ürüyor, üredikçe gururları yükseliyordu. Niceliklerinin doğanın niteliksel gücünü yenebileceğini hatta toplumlarının kalabalık oldukları oranda daha önce barışık oldukları Yaratıcıya karşı daha sert durmalarına yardımcı olacağını düşünmüşlerdi. Bu yüzden her yeni doğan bebek kuracakları göklere kadar uzanan medeniyet için özel bir duvar taşıydı. İnsan ilk defa içindeki kötücül eğilimini kullanmaya başlamıştı. Geçmişini unutarak…